Saturday 30 November 2013

Cafe De Beyoğlu II- Violins & Piano

Baş not: Yazının sonundaki linkten şarkıyı açıp, şimdiden dinlemeye başlayın. Dinlerken de okursunuz. :)
********
Bu sene o kadar farklı sebepler ile Türkiye'ye gelip gittim ki, bir ara "Ben 4 sene boyunca toplamda bu kadar Türkiye'ye gelmemiştim galiba?" diye de düşünmeye başladım. Akrabalar, "Kız sen yine mi geldin? ne zaman gitmiştin ki?" nidalari ile karşıladıklarında da şüphe etmekte haklı olduğumu da anlamış oldum. 

Hoş bol bol gidip geldim, ziyaret ettim de her seferi iki - üç günlük nokta atışı şeklinde olduğundan benim özlem hala olduğu gibi duruyor. Kitabları CD leri karıstırmak için harcadığım saatler, bir başıma rüzgar nereden eserse oraya diye geçirdiğim vakitler çok çok gerilerde kaldı artık. Keyfe göre dolanılacak saatler olmasa da CD ve kitap alışverişimden vazgeçemediğim için artık Sabiha Gökçen Havaalanındaki D&R a uğramadan uçağa binmez oldum. Kimi zaman beğendiğim şarkıcının yeni albümünü alıp hayal kırıklığına uğradım, kimi zaman da kamikaze usulü, içinden çikanı sevip sevmeyeceğimden emin olmadığım şeyleri alıp, hayran kaldım.

Bu albüm de ikinci kısıma giriyor. Kapağı ve havası bana geçen seneler çektiğim ve üzerinde oynadığım şu fotografımı hatırlattı. 




Dubai'ye geldiğim gibi de CD yi arabada dinlemeye başladım, ne ile karşılacağımı bilmeden, Bir sabah işe doğru evden çıkmış site içinde yavaş yavaş giderken güzelleşen havalardan istifade etmek için camları da açmışım. Dışarıda pek de keyifli bir bahar havası var ama muzik beni almış bir kış akşamında Beyloğluna götürmüş. Rahat adımlar ile sinemalarda ne var ne yok diye bakınarak yürüyüyorum, hemen iki adım ileride bir kestane tezgahı kurulu kokusunu kendinden önce duyuyorum. Önümde eğlenerek ilerleyen gençler onların arkasında sapkası ve guzel mantosu ile yaşlıca bir beyefendi bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Bir anda duydugum çan çan sesi ile tramvay yolunda olduğumu farkedip kenara çekiliyorum. Daha ben Beyoğlu turumu tamamlayamadan yol bitiyor ve ben aklımda kalan su fotograf ile aniden gerçek dünyaya dönüp, 27. kattaki ofisimize çıkıyorum. 


Çalışmaya başlamışken gün içinde de bir yandan albüm cidden güzel mi yoksa bana güzel şarkıları veya bir zamanlar enstrümantal parcaların bolca çalındığı Beyoğlunu hatırlattığı için mi güzel geliyor diye de düşünmeye devam ediyorum. 

Bir ara hatta "Acaba bu şarkıları, Beyoğlunu hiç bilmeyen birisi nasıl dinlerdi?" diye de düşündüm. Hani dinlerken tizlere ulaşan keman bizi rahatsız etmezken onlara itici gelir mi? Yoksa biz "Ne de güzel melodi" diye mırıldanırken "Nerede yahu melodi? gıy gıy da gıy gıy mı diyecekler?"
Bir fırsatını yakaladığımda bunu da denemek istiyorum. Uygun bir denek bulduğum an hemen tecrübe edeceğim.

Bu kadar anlatmısken Taxim Beyoğlu Trio grubunun üyelerini de yazmak lazım.

Keman : Tarlan Gazanferoğlu (Azarbeycan)
Piano : Natalya Grudnyakova (Rusya)
Double Bass: Özgür Uluçınar (Türkiye)

E bir de link vermek lazım ki bu kız neden bahsediyor denmesin. 
Buyrun iyi dinlemeler.


Friday 29 November 2013

EXPO 2020 - Dubai - Izmir vs...

Sanat galerilerinde olur ya hani şöyle tabloya bir yaklaşıp bir uzaklaşarak izleyen seyirciler.. yakından bütünü göremez fazla uzaklaşırsa detayı kaybeder diye iki adım ileri, iki adım geri gidip gelip tabloyu izler, hakkıyla görebilmek için. Aynısı kendimizi, ülkemizi, insanımızı ve kendi alışkanlıklarımızı anlamak için de geçerli. Cok yakından bakınca, bir parçası oluyorsun, hemen dibindekinden ötesini göremiyorsun, fazla uzaklaşırsan da içindeki güzellikleri renkleri farkedemiyorsun.

Şu günlerdeki en hararetli konulardan birisi olan EXPO 2020 ile bunu bir kere daha anladım. Hoş en hararetli konu dedim de bu Dubai de böyle hararetli tartışılan, heyecanla beklenilen bir şeydi. Türkiye de ise çoğunluğun haberi bile yoktu.
Bu konuda yazmaya başlarsam, nasıl zor ve kısa sureliğine motive olduğumuzdan başlayıp, kendi iç çekişmelerimize geri dönüp, dünyaya kapalı zihinlerimizden dem vurup, mucizelere inanmakla kalmayıp istediğinde o mucizeleri yaratan insanlar oluduğumuza gelip sayfalarca yazabilirim.
Bu kouyu kısaca geçmek istiyorum. "Kim neden kazandı? kim neden kaybetti?" diye soranlar var. kısa bir cevap olsun,
yerlisi yabancısı ile bunu cani gönülden isteyen ve bunu milli dava haline getiren yüz milletten insanın yaşadığı bir şehir kazandı, pek de gönüllü olmayan, istediğinden dahi emin olmayan diğer sehir ise kaybetti.

Dubai nin neden kazandığını anlatmak için bazıları kestirme yoldan, "para sağlam tabi, alırlar", "satın almışlardır, kesin" laflari dolanıyor ya.. işte o zaman "kardeşim kalk oturduğun delikten bir çık da şuradan bak" demek istiyorum. tablonun hakkını verebilmek için ileri geri hareket ederek izleyen sergi seyircisi gibi.
Burada aylarca beynimize kazınmış ve 7 yıl sonrasında bu şehirde yasayip yasamayacagi dahi belli olmayan insanlarin merakla beklediği ve heyecanla istedikleri ve bunun için de çalıştıkları bir olayı sadece para olarak yorumlamak cok yanlış olur. Gelsinler hele bu ruh nasıl oluşturulmuş, cebinde baska bir ülkenin pasaportunu tasıyan, başka dil konusan çocuklar nasıl hep beraber we won!! diye haykırabildiler bir araştırsınlar.

Bugun hiç niyetim yoktu yazmaya, bugün başka şeyler paylaşacaktım, ama tüm gün adığım tebrik sms leri ve mailleri sonrasında aksam apartman panosunda gördüğüm şu ilan ve ardından asansörde tanimadigim adamın 9. kata gelene kadar bana EXPO nun faydalarını anlatması üzerıne dedim yazmak şart, böyle bir adanmışlık bahsedilmeden geçilebilecek bir konu olamaz.

gün içinde gördüğüm on yüz milyonuncu kutlama mesajı :)

Wednesday 27 November 2013

Herkes ikinci bir şansı hakeder, terkedilmiş bloglar bile :)

nereden nasıl bulaştım bilmem, ama bir şekilde daily photo bloglar ile tanıştığımda onları bırakamaz oldum. 2008 yılında kendime bir sayfa acmaya kalkışma maceram da zaten bu Daily photo blog merakimdan, fotoğraf sevdamdan baska bir şey degil :) 

Hangisini once keşfettim bilmiyorum, Izmir'den birisini takip ederdim, güzel fotoğraflar yayınlardı, Italya'dan aronaeveryday'i takip ederdim, arada bir torununun fotoğraflarını paylaşsa da Italya'nin o kasaba modundaki ufak şehrinden manzaralar görmek keyifli gelirdi. Hala da bakarım ara ara.. ne var ne yok havasında. 
O zamanlardan bu zamana günlük fotoğraf paylaşımı konusunda istikrarını hiç bozmayan Eric Tenin de favorimdir. Onun yayinlamadaki istikrarını ben izlemekte gösteremesem de. 

Sonradan gözüm başka bloglara kaysa da her zaman ilgimi çeken fotograflar oldu. Boyle zamanlarda kendimi okuma yazma bilmeyen ve elindeki gazetenin, derginin sadece fotograflarina bakarak vakit gecirenler gibi hissetsem de itiraf etmeliyim ki fotografti beni asil ceken.

Dubai ye yerlestigimde de nasıl fotograf çekilirden haberim olmasa bile hemen bu işe kalkişmak ise ne ile açıklanabilir, emin değilim.
O zamanlar ismi başka olan bu blogda ilk paylastığım fotograf

Sabah sabah dolunay mı olur?

O kadar hevesliydim ki bu photo blog olayına, evimin eşyaları gelmeden bismillah ben bu işe kalkışmıştım. Sabah 6 da gördüğüm su manzara karşısında, hemen uyku sersemi halde makineyi kaptığım gibi basmıştım. 

Kendimi akvaryumda japon balığı gibi hissettiğim bos evimi paylaşmayı da ihmal etmemiştim elbette

Dubai ile sağanak yağmur kelimelerini o vakitler bir araya getirmek konusundaki beceriksizliğim aşağıdaki şahaseri paylaşma sebebimdir. 
fotograf kalitesine bakmayınız efendim. Şimdi çeksem böyle mi olur? Hiç işte, o zaman böyle yapmışım.

Bu arada hala evin eşyalarını tamamlamamış, perde sorununa çözüm bulamamış, ama evim gibi olsun diye gidip ilk çiçeklerimi almıştım. Kolay mı Istanbul da 20-30 çiçeğimi bırakıp gelmişim, evi şöyle çiçek bahçesine çevirmeden ev ev gibi olur mu hiç.  
 

Şehirdeki yeni yetmelik ve tamamlanacak eşyalar sorunsalından dolayı ben mall mall dolanırken Noel geldi, ortalık süslendi. Bir Arap ülkesindeki bu kutlama havası o kadar ilgimi çekmiş olsa gerek ki üç beş farklı fotograf paylaşmışım. Merak etmeyin her birini eklemeyeceğim buraya. Bir iki ornek yeter 
Mercato Mall

Mall of Emirates

sonrasinda aşağıdaki gibi bir kaç klasik Dubai fotografını paylaşmışım.
Dubai Creek

Burj El Arab

geleneksel mimarideki rüzgar kuleleri

Textile souq

Çölde günbatımı


ve sonra da ne olduğunu hatırlamadığım bir şekilde terketmişim. 

Bundan bir kaç ay öncesinde aklıma geldi ve "Bunlar burada durmasınlar, sil temizle hepsini" dedim. Nesi battı bilmem valla. Ben de sildim hepsini bir güzel. 

ve bunları sildiğimi dahi unutmuşken, Dubai ye beraber geldiğim iş arkadaşım macerasına başka ülkede devam ederken blog yazmaya başladı. Onun yazdıklarını okurken ise hem onun icin sevindim, (ondan daha düzenli haberler alabilecektim ve O da uzun zamandan beri başlamak istediği Blog yazmaya başlamıştı,) hem de kendi kendime "ben de ikinci bir şans versem mi bloguma?" dedim.
sonra da dedim ki; Herkes ikinci bir şansı hakeder, yıllar önce terkedilmiş bloglar bile :) 
merhaba